Ani başlayan şiddetli ağrı, sık idrara çıkma, ağrıya eşlik eden bulantı ve kusma gibi belirtilerle ortaya çıkan böbrek taşı hastalığı toplumda yaygın olarak görülüyor. Tekrarlayıcı olabilen taş hastalığı, tedavide geç kalınması durumunda böbrek kaybına varan ciddi tablolara neden olabiliyor. Memorial Ankara Hastanesi Üroloji Bölümü’nden Prof. Dr. Hasan Bakırtaş, kapalı böbrek taşı cerrahisi hakkında bilgi verdi.
Böbreklerin ana işlevleri vücuttan zararlı maddeleri atmak ve kanın asit-baz ile su-elektrolit dengesini düzenlemek. Böbrekler bunu idrar üreterek yapmakta ve bu esnada kan ile idrar arasında sürekli sıvı ve elektrolit alışverişi olmakta. İdrarda herhangi bir atık mineralin düzeyi çok artarsa idrar içinde çözünür halde kalamamakta ve kristal adı verilen kum taneleri oluşmakta. Bu kristallerin kümeleşmesi ile böbrek taşı denilen sert mineral kitleleri meydana gelmekte. Taşların boyutları pirinç tanesinden böbreğin içindeki tüm boşlukları kaplayacak şekilde 6-7 cm çaplara kadar değişebilmekte.
Küçük boyutlardaki taşlar genellikle kendiliğinden veya tedavi ile düşebilmekteyken, taş boyutu arttıkça müdahale gereksinimi de artmakta. Taşlar büyüdükçe tıkanma yaparak istenmeyen durumlara yol açmakta ve böbreğe zarar vermektedir. Taşın başlıca belirtisi, kolik ağrı olarak tanımlanan ve genellikle birden başlayan kıvrandırıcı ağrıdır. Bu ağrı genellikle böğür bölgesinde başlayıp aynı taraf kasığa ve erkeklerde testise yayılabilmektedir. Eğer idrar torbasına yakın bir bölgede ise idrara sık çıkma, sürekli idrar hissi ve idrar yaparken yanmaya sebep olabilir. En önemli belirtilerinden bir diğeri de ağrıya eşlik eden bulantı ve kusmadır. Bunun yanında yaptıkları tahrişe bağlı olarak zaman zaman idrarda kanamaya da yol açabilmektedirler.
Beslenme tarzı ile böbrek taşı oluşumu arasında yakın ilişki vardır. Süt ve süt ürünlerinin ve yeşil yapraklı besinlerin çok fazla veya çok az tüketilmesi taş oluşumu için riskini artırmaktadır. Aşırı tuzlu gıda tüketimi de taş hastalığına yol açan önemli nedenlerden bir diğeridir. Narenciyelerin az tüketilmesi de taş oluşturucu etki yapmaktadır. Böbrek taşı oluşumunu artıran diğer risk faktörleri; tekrarlayan idrar yolu enfeksiyonları, obezite ve obezite cerrahisi, aşırı hareketsiz yaşam, bazı bağırsak hastalıkları, kabızlık ve migren için kullanılan bazı ilaçlardır. Bunların yanı sıra genetik yatkınlık nedeniyle bazı ailelerde taş hastalığının daha fazla görülmektedir. Erkeklerde kadınlara göre 2-3 kat fazla ortaya çıkmaktadır. Tüm bunların ötesinde taş oluşumunu artıran en önemli faktör yetersiz sıvı tüketimidir. Sıvı kaybına göre değişen miktarlarda olmak üzere günden en az 1.5-2 litre idrar çıkartacak kadar sıvı almak çok önemlidir. Yeterli sıvı alan kişilerin idrarlarındaki mineraller kristal oluşturamazlar ve böbrek taşı oluşumu engellenir. Yeterli idrar çıkardığımızın en önemli göstergesi idrar renginin açık sarı olmasıdır.
Hastalığın tanısında en önemli yaklaşım detaylı hasta öyküsü ve titiz bir fizik muayenedir. Taş şüphesi varsa başlangıç tetkikleri idrar incelemesi ve ultrasonografidir. Bunlarla kesin tanı konulamayan ve şüphenin devam ettiği hastalarda en sık başvurulan ve kesin tanıya yardımcı olan yöntem ilaçsız bilgisayarlı spiral tomografidir. Böbrek fonksiyonu ile ilgili şüphe olduğunda nadiren ilaçlı filmlere de başvurulmaktadır. Tanı sonrası tedavi planlaması, taşın sayısına, büyüklüğüne, şekline, bulunduğu yere, yaptığı tıkanıklığın derecesine ve cerrahın elindeki imkanlara ve tecrübesine göre değişmektedir. Sanılanın aksine tüm böbrek taşları aynı yapıda değildir. Bu nedenle özellikle ilaçlı tedavide olmak üzere tüm taşlar aynı yöntemle tedavi edilememektedir. 4 milimetreden küçük taşlar genellikle kendiliğinden düşerken, 5 milimetreden büyük taşlar ise çoğunlukla girişim gerektirmektedir. Küçük taşlarda taş düşürülmesi ve ağrının azaltılması için ilaç tedavilerine ihtiyaç duyulmaktadır. Ayrıca tekrarlayan taş hastalığında, yeniden taş oluşumunu engellemek amacıyla sebebe yönelik ilaç tedavilerine başvurulmaktadır. Geçmişte sıklıkla başvurulan açık taş ameliyatları ise bugün neredeyse hiç kullanılmamaktadır. Yine 10-15 yıl öncesine kadar sıklıkla kullanılan “ESWL” yani “beden dışından şok dalgaları ile taş kırma tedavisi” bugün daha çok 2 cm’den küçük taşlara uygulanmaktadır. Günümüzde müdahale düşünülen taş hastalığında en sık başvurulan yöntemler kapalı cerrahi yaklaşımlardır.
Kapalı cerrahi yaklaşım tek bir yöntem değildir. Üreter adını verilen idrar kanalındaki taşlara taşın yerine göre yarı sert veya bükülebilir endoskopik aletlerle girişim yapılmaktadır. Bu işlemler hastalara herhangi bir kesi yapılmadan doğal yollarından girilerek uygulanmaktadır. Endoskopik aletlerin içerisinden gönderilen lazer gibi değişik enerji kaynakları yardımıyla taşa doğrudan dokunarak kırma işlemi gerçekleştirilmekte ve parçalar özel tutucu veya basketlerle dışarı alınmaktadır. Fleksibl yöntemle sadece üreter üst bölümdeki taşlar değil böbrek içindeki taşlarda %90’ın üzerindeki başarı oranları ile kırılabilmektedir. Bir başka girişimel yöntem, üreter veya böbrek havuzunda ciddi tıkanıklık yapan nispeten büyük taşlarda kullandığımız laparoskopik yaklaşımdır. Bunların yanında “perkütan nefrolitoripsi” adı verilen farklı bir endoskopik tedavi yöntemi daha vardır. Bu yöntem böbrek iç boşluklarında 2 santimden büyük taşlarda genellikle ciltten bir adet 1 santimlik delik açılarak gerçekleştirilmektedir. Açılan delikten kamera ile böbreğin içine girilerek taşlar değişik enerji kaynaklarıyla kırılmaktadır.
Kapalı yöntemler açık cerrahi yönteme göre birçok avantaja sahiptir. Kapalı cerrahide hastaya kesi yapılmadığı için ameliyat sonrası çok daha az ağrı olmaktadır. Bu sayede hastanede yatış süresi oldukça kısalmakta, hatta birçok işlemde hasta aynı gün taburcu edilebilmektedir. Kapalı yöntemler tekrarlayan girişimlere kolaylıkla izin verirken, açık ameliyatlarda daha önceki ameliyatın yapışıklıkları ciddi komplikasyonlar oluşmasına neden olabilir. Açık ameliyatlarda 3 kat adale tabakası kesilerek işlem gerçekleştirildiğinden, ameliyat sonrası yara yerinde kalıcı hissizlik, uyuşukluk, iğne batması türünde şikayetler ve ameliyat yerinde fıtık meydana gelebilmektedir. Tüm bu avantajlar nedeniyle günümüzde ameliyat gerektiren taş hastalığında açık ameliyat oranı %3’ün altına inmiştir.