Denizli Ekmek ve Gül Kadın Grubu 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü dolayısıyla açıklama yaptı. Açıklamada 8 Mart’ın mücadele günü olduğu vurgulanarak talepler sıralandı.
Denizli Ekmek ve Gül Kadın Grubu 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü vesilesiyle açıklama yaptı. Açıklamayı grup adına Seher Zeytun Doğan gerçekleştirdi.
Zeytun Doğan açıklamasında şu ifadelere yer verdi;
Dünya kadınlarının eşitlik ve özgürlük mücadelesinin adıdır 8 Mart. Yakılarak katledilmiş 129 tekstil işçisine adanmış, devrimlere kapı aralayan Petersburg’lu kadın işçilerin 8 Mart 1917’deki grev ve direnişlerinin tarihselliğiyle şekillenmiştir. Kadınların ezilmesinin, emeğiyle ve bedeniyle sömürülmesinin, tümüyle eşitsiz koşullara mahkum edilmesinin tüm deneyim ve görünümlerine karşı gücümüzü birleştirdiğimiz gündür 8 Mart.
8 Mart, sorunların yalnızca suretlerine karşı değil aynı zamanda, esasına karşı da mücadelenin günüdür.
İşte bu yüzden, dünyanın ve ülkemizin her yerinde olduğu gibi Denizli’de de bizi güvencesizliğe, şiddete ve eşitsizliğe mahkum eden erkek egemen bu düzene karşı “böyle gitmez” diyoruz.
Dünyayı etkisi altına alan ve hala devam eden COVİT-19 salgınının üzerinden tam bir yıl geçti. Halk sağlığının hiçe sayıldığı, şiddet – eşitsizlik- baskı- işsizlik – yoksullukla karşı karşıya kaldığımız bir yıl yaşadık.
Pandemi önlemleri adı altında patronlar için teşvik, vergi indirimleri, istisnalar uygulanırken, kadınların talepleri görmezden gelindi. Kısa çalışma, ücretsiz izin uygulaması, evden çalışma ve hatta işten atmada ilk akla gelen biz kadınlar olduk. Pandeminin ekonomik olarak en çok vurduğu sektörlerde çalışan milyonlarca kadın daha şimdiden işsizler ordusuna katılmış durumda. İşini kaybetmeme kaygısı ve bunu kullanan patronlar, kadın işçiler üzerindeki baskıyı da sömürüyü de alabildiğine artırdı.
İşten çıkarma yasağının istisnası olan ve “ahlak kurallarına” uymama anlamına gelen “Kod29” ile işten çıkartma yaygınlaştı. Kod 29, aynı zamanda “ahlaksızlık, namussuzluk” ile suçlanma korkusu nedeniyle kadınları kötü çalışma koşullarına mahkum etmenin sopasına dönüştü.
Kayıt dışı sektörlerde çalışan kadınlar, özellikle göçmen kadınlar, kural dışı ve vahşi çalışma koşulları karşısında hayatlarını sürdürme olanaklarından yoksun bırakıldı. Dönüşümlü çalışma, evden çalışma adı altında esnek ve kuralsız çalışma yaygınlaştı. Artan güvencesizlik nedeniyle insanca çalışma koşullarından tümüyle uzaklaşıldığı bu süreçte, yoksul emekçi kadınlar daha fazla sömürüye, mobinge, şiddete açık hale geldi.
İnsanlar banka, ekmek, makarna kuyrukları oluştururken, yazlık-kışlık saraylara, yeni taşıtlara, sarayın mutfağına 710 milyon lira para ayıranların aynı gemideyiz laflarına karnımız tok. Pandemiyi de krizi de biz yaratmadık, yükünü de biz çekmeyeceğiz. Eşit işe eşit ücret, güvenceli iş güvenceli gelecek istiyoruz. Bize ucuz işçilik, kölelik, geleceksizlik dayatan erkek egemen sömürü düzeninizi kabul etmiyoruz.
Tam bir yıllık pandemi sürecinde en çok ezilenlerden, hakları gasp edilenlerden biri de ne yazık ki kadınlar oldu. “Evde Kal!” çağrısıyla çalışan kadınların birçoğu mesailerine evden devam ettiler. Ancak bu durum toplumsal cinsiyet eşitsizliğini tüm gerçekliğiyle gözler önüne serdi. Kadın aynı anda hem işini yaptı, hem de her gün ev içi yaşamı yeniden be yeniden üretmek ve bakım emeğini üstlenmek zorunda kaldı.
Kendisiyle beraber tüm aile bireylerinin de evde kalmasıyla bakım emeği yükü oldukça arttı. Cinsiyet eşitsizliğinden kaynaklı olarak da yükün hepsini sırtlamak durumunda kaldı. Kadınların üzerlerine yüklenen görevlerden birini bile yapamaması önce ev içinde şiddete sonra da tüm toplum tarafından linçe uğramasına sebep oldu. Annelik, kadınlık gibi “sözde” görevlerini yerine getirmediği için beceriksiz olarak sıfatlandırıldı, aşağılandı. Bu, kadınların beceriksizliği değil, bu, pandemiyi doğru yönetemeyen, toplumsal cinsiyet eşitliğini var edemeyen sistemin ve siyasal iktidarın beceriksizliğidir.
Karantina ile birlikte okul, etüt merkezi, kreş vb. yerler kapanmak zorunda kaldı. Çalışan anne için çocuğunu bırakacak kurum sıkıntısı oldu.
Sağlık emekçisi kadınlar ise yoğun çalışma koşullarından sonra ev içi bakım emeği, annelik gibi görevlerden dolayı insani yaşam standartlarından uzaklaştılar. Bu görevleri aksattıkları zaman şiddete maruz kaldılar. İş yerlerinde covid-19 tehlikesinde, evde ise erkek şiddetine uğradılar.
2020 yılında 300’den fazla kadın cinayeti işlendi. 2021 yılının geçirdiğimiz bu 2 ayı da kadın cinayetleriyle, erkek şiddetiyle geçti. Her kadın cinayeti de “kadın cinayeti değil” denilerek, intihar, kaza olduğu öne sürülerek gerçekler örtbas etmeye çalışıyor. Biz biliyoruz ki öldürülen her kadının sorumlusu erkek egemen sistem, onun yürütücüsü devlet ve iktidarın yanlış politikalarıdır.
Adalet ve yargı sistemi de kadın katillerini, tecavüz faillerini etkin ve objektif soruşturmuyor ama diğer yandan, ölmemek için kendini savunmak zorunda kalan Melek İpek, Nimet Akgün gibi kadınları da müebbet hapis cezaları ile yargılıyor. Geçtiğimiz yılın başından beri haber alamadığımız Gülistan Doku’nun akıbeti için de hala ellerini taşın altına koymuş değiller. Adaletin yalnızca, hukuk kitaplarında, yasa kitapçıklarında basılı, tabelalarda asılı kaldığı bir ülkede yaşıyoruz.
Tüm bunların karşısında Türkiye’de kadınlar 2020 yılını bir mücadele yılına çevirdiler. Kadın cinayeti haberleri arka arkaya gelirken, iktidar, koruyucu yasaları uygulamadığı gibi üstüne kadınların tek yasal dayanağı olan İstanbul Sözleşmesini iptal etmeye çalıştı. Kadınlar bulundukları her alanda “İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz” sloganını haykırarak iktidarın İstanbul Sözleşmesi’ne yaptığı saldırıyı püskürttü. 2014’ten bu yana yürürlükte olan İstanbul Sözleşmesi kadınları her türlü şiddete karşı korumayı, kadına karşı şiddeti ve hane içi şiddeti önlemeyi amaçlayan, Türkiye dahil 40’ın üzerinde devlet tarafından imzalanmış bir uluslararası sözleşme. Türkiye Cumhuriyeti Devleti hali hazırda İstanbul Sözleşmesi’nin ilk imzacısı ve tarafıyken, kanımızı donduran sayısız kadın cinayetlerine tanık olduk. İstanbul Sözleşmesini uygulamaktan aciz bu iktidar, şimdi kadınların elindeki tek dayanak olan İstanbul Sözleşmesi’ni tartışılabilir hale getirmeye çalışıyor ve kadınları şiddetten korumak için yeni anayasa yapacağını ilan ediyor. Biz kadınlar, geleceğimizi iktidarın vaatlerine bırakamayız. İstanbul Sözleşmesi tartışılamaz! Sözleşme koşulsuz şartsız uygulansın!
Erkek-devlet şiddeti kadını, siyasi yaşamın her alanından uzaklaştırmaya, eve kapatıp iradelerini yok saymaya devam ediyor. Oysa bilmiyorlar ki her şiddet yeni bir mücadele doğurur ve bu zihniyet karşısında kadınlar bu mücadeleden daha da güçlenerek çıkar. Cinsiyet eşitlikçi mücadele sonucunda kazanılan eşit temsiliyet, kadınların partilerde, meslek ve kitle örgütlerinde özellikle de yerel siyasette yer almalarını sağlayan en önemli mekanizmalar iken yerel yönetimlerdeki eş başkanlık “suç” sayılıyor.
Belediyelere atanan kayyumların, öncelikle kadın kazanımlarına saldırması ile Boğaziçi Üniversitesi’ne atanan kayyumların ilk icraatının lgbt+ların çalışma kulübünü kapatması arasında zihniyet farkı bulunmuyor. Kayyumlar tarafından kadın kazanımları gasp ediliyor çoğu kadın derneği, kayyumlar eliyle kahvehanelere çevriliyor. “Alo şiddet” hatları, kadın konuk evleri kapatılıyor,” Aile ve Toplum Hizmetleri Müdürlükleri’ne erkekler atanıyor. AKP’li Özlem Zengin, “Türkiye’de çıplak arama olduğuna asla inanmıyorum” derken her gün yeni bir çıplak arama veya gözaltında taciz haberi geliyor.
Sırf kadın mücadelesi yürüttükleri için, ev baskınlarında köpekli işkenceye, kötü muameleye, gözaltında tacize ve çıplak aramaya maruz bırakılan kadın arkadaşlarımızı sindirebileceklerini, özgürleşme sevdalarından vazgeçirebileceklerini sanıyorlar.
Biz kadınlar tüm bu baskılara rağmen #AşağıBakmayacağız, kazanılmış haklarımızı korumaya ve insanca yaşam için mücadele etmeye devam edeceğiz. Her yıl olduğu gibi bu yılda tüm kadınları haklarımızı savunmaya ve mücadeleyi büyütmeye çağırıyoruz.
Taleplerimiz: