Kasım ayının ikinci haftası ‘Dünya Çocuk Kitapları Haftası’ olarak kutlanıyor. Denizli Deda Haber olarak hem öğretmen hem de çocuk kitapları yazarı olan Fahrettin Koyuncu ile sohbet ettik.1965 Manisa doğumlu olan Fahrettin Koyuncu, Ege Üniversitesi Türk Dili Edebiyatı bölümünden 1990 yılında mezun oldu. 28 yıldır öğretmenlik yapan Koyuncu, şu anda Denizli’de görev yapıyor. Yazmaya ise 1988 yılında bir şiirle başladı. Çocuk kitabı, deneme, şiir, şiir inceleme türlerinde eserleri olan Fahrettin Koyuncu şimdiye kadar 25 kitap yazdı. 15 senedir ise çocuk kitapları yazıyor. 25 kitabının 10 tanesi çocuk kitabı olan yazar ile çocuk kitapları yazmaya başlama serüveninden, çocuklara okuma alışkanlığı kazandırmaya, cinsel içerikli uygunsuz kitaplara kadar birçok konuya değindik.
Belirli gün ve haftalarda törenler yapılır. Törenlerde sürekli aynı şiirler, aynı metinler karşımıza çıkıyordu. Çünkü internet kolaylığı denilen bir şey var. ‘Cumhuriyet Bayramı şiirleri’ diye aratıyorsunuz, hep aynı şeyler çıkıyor. Dolayısıyla da bir tekrara düşülüyor. Tekrardan uzaklaşmak, törenlerimizi özgün eserlerle yapmak için yazmaya başladım. Yani aslında bu işin öğreteni olarak kendimce bir boşluk gördüm ve ben de Türk Edebiyatına ve eğitimine katkım olsun istedim. Sonrasında ise derslerin işlenişi sırasında, edebi eser türlerini anlatırken örnekler vermekte zorlandığımı fark ettim. Fabl türündeki ilk çocuk kitabım olan Samuray Saksağan kitabını yazdım. Arkası geldi.
‘İyi ki de yazıyorum.’
Tabi çocuklar için yazmak zor bir alan. Çünkü orada her şeyi hesaplamanız, her şeye dikkat etmeniz lazım. Çocuğun yaşını, görsel algısını, oradan çıkaracağı mesajı, kullandığınız kelimeyi, deyimi ya da atasözünü nasıl algılayacağı, nasıl değerlendireceği hepsi çok önemli. Onun için kılı kır yararak yazmak gerekiyor. Büyükler için de tabii böyle yapılır ama yazarken çocuklar için çok daha titiz olmak gerekiyor. Bizde öyle yapıyoruz. İyi ki de yazıyorum. Onun dışında ben bir edebiyat öğretmeni olarak özellikle yazım ve noktalama işaretlerine çok dikkat ediyorum. Yazım yanlışlarına çok tahammül edemiyorum. Okuduğum her metne -telefon mesajları dâhil- öğretmen gözüyle bakıyorum. Yanlışları mutlaka uyarmak, düzeltmek mecburiyetinde hissediyorum.
Bu işin ilk adımı, alfabesi bu; yazım ve noktalama. Sonra içeriğe geliyoruz. Çünkü kitabı aldığınız zaman öncelikle onları görüyorsunuz. Eğer ayrı yazılması gereken bir ki’yi, de’yi yazar bitişik yazmışsa ben üzülüyorum. O kitabı çocukların karşısına nasıl çıkaracağımı düşünüyorum, hatta çıkarmıyorum. Kitaplarda bu hassasiyeti gösteriyoruz. Çevremizde de var böyle çocuk kitabı yayınlayan arkadaşlar ama çocuk kitaplarında biraz daha hassas olmak gerekiyor.
Bir eksiklik üzerinden cesaretli bir girişimci ruhu ile hareket etmişsiniz.
İki tür öğretmen vardır. İşinin memuru olan ve işini seven canla başla yapan öğretmenler var. İşinin memuru olanlar girerler derslerini anlatır, çıkarlar. O işin gereğini yaparlar evet ama herhangi bir işmiş gibi. Ve görevlerini yerine getirdikleri için kimse onlara bir şey demez. Ama bizim gibi idealist olanlar daha fazla nasıl katkı sağlayabiliriz diye sürekli düşünürüz. Bir artı bir katkı koyabilmek kendimizi telef ederiz. Bu da eğitime bakış ile ilgili. Eğitimi sadece sıradan bir para kazanma amacı olarak görürseniz, öğretmenliğin herhangi bir büroda çalışmaktan farkı yoktur. Kendini eğitimci olarak algılıyorsa o zaman sürekli geliştirmesi lazım. Çünkü eğitim canlı bir şey, durağan değil. Onun için eğitim sürekli gündemdedir. Eğitimdeki değişiklikler toplumda çok ses getirir. Yani bence öğretmenin idealist olması gerekir. Ben 28 yıldır öğretmenim. Sanki dün başlamış gibi çalışıyorum, üretiyorum.
Herkesin bir Türkçe öğretmeni var ama herkesin bir yazar öğretmeni olmuyor
Çok güzel tepkiler alıyorum. Bu işin içinde olmak bulunduğunuz kurumda size bir ayrıcalık katıyor. Çünkü on tane edebiyat öğretmeni varsa okulunuzda bir tane yazar oluyor. Ama o da her okulda olmuyor tabi. Şu an benim bulunduğum okulda 6 tane Türkçe öğretmeni var; yazan, kitap yayınlayan bir ben varım. Yani çok değiliz. O nedenle değer görüyor. Öğrenciler tarafından da öyle. Onlar bir yazarla, bir şairle ders işlediklerini düşünüyorlar. Kitaplarımızı alıp imzalı olarak okumak onlar için ayrıcalık. Herkesin bir Türkçe öğretmeni var ama herkesin bir yazar öğretmeni olmuyor. Benim neredeyse üniversiteye kadar bir yazardan imzalı kitabım olmadı. Ama şimdi ilkokulda ortaokulda çok rahat olabiliyor. Kitap fuarları da bunu çok güzel sağlıyor. Yazarlar da çoğaldı. Bu açıdan şanslı nesiller. Muzaffer İzgü gibi mizah ve çocuk kitabı yazarı bir değerimiz var. ‘Çocuk okuru olmayan bir toplumun büyük okuru olmaz.’ demiş. Çünkü okumak çocuk yaşta başlayan bir alışkanlık.
Bu alışkanlığı eğer kazandıysa sonra devam ettirecektir. Vazgeçiremezsiniz zaten. Kazanmadıysa da bu bir ilaç değil, iğneyle verelim de vücudunu etkilesin. Böyle bir şey yok. Eğer uzaklaşmışsa, kopmuşsa yapacak bir şey yok. Toplumumuzun yüzde kırkının hiç kitap okumadığı söyleniyor. Hatta daha fazla da olabilir. İstatistikleri, ortalamaları oluşturan zaten, biz okuyan kimseleriz diye düşünüyorum. Kişi yılda 50 kitap okuyabilir. Ama öyle kimseler var ki ömründe hiç kitap okumamış. Ama ortalamanın içine giriyor. Türkiye’de yılda 6 kişiye 1 kitap düşüyor.
Reşat Nuri Güntekin der ki: “Niye kitap okumuyorlar?’ demek ‘Niye piyano çalmıyorlar?’ demek gibi bir şeydir. Kafayı kitap okumaya alıştırmak parmakları piyano çalmaya alıştırmaktan kolay değildir. Ona göre yetişmek, ona göre hazırlanmak lazım gelirdi. Okumak bir kitaptan alınan elemanlarla kendine manevi bir dünya yapmak, onun içinde tek başına yaşayabilmek demektir. Bu, ta çocukluktan başlayan uzun alışkanlıklar ve egzersizler neticesidir.” Bunu kitapla ilgili konuşmalarımda hep söylerim, bence çok önemli. Yani kitap okumanın çok kolay bir eylem olmadığını vurguluyor. Benim görüşüm şu; çocuklara kitabı sevdirtmenin en önemli yolu onları sevecekleri kitaplar ile karşılaştırmak. Bu ne zaman başlar? Çocuğa okuma yazma bilmediği dönemde anne- baba veya büyüklerin kitap okumaya başlaması ile başlayan süredir. Çocuğa masallar okumalıyız ancak bunları çok iyi seçmemiz lazım. Eğer bunları iyi seçerseniz çocuk okuma yazmaya başladığında benzer şeyleri kendi okuyacaktır. Yine bu süreçte anne baba kadar, ilkokul öğretmenine de görev düşüyor. İlkokul öğretmeni çocuklara okutacağı kitapları önce kendi okumalı, eğitsel açıdan uygun bulursa tavsiye etmeli. Tabii tavsiye de sadece bu kitabı okuyun demek değildir. Mesela ben şöyle yaparım. ‘Çocuklar ben bir kitap okudum, beğendim. Size de bir bölümünü okuyayım ister misiniz?’ derim. İyi seçilen bir kitap olduğu için hoşlarına gidecektir. ‘Bir tane daha okuyun öğretmenim.’ dediklerinde o kitabı okumaya teşvik ederim herkesi. Çocuk zaten böyle bir durumda can atacaktır o kitabı okumaya. Yoksa öğretmenler, anne-babalar kendileri okumuyorlar. Çocuklara ısrarla oku vurgusunu yapıyor. Nasıl okuyacak, nasıl kazanacak o alışkanlığı? Çocukların düzeylerine uygun metinlerle, düzeylerine uygun kitaplarla karşı karşıya getirilmesi gerekiyor ki sevsinler.
Tabii, zaten çocuk okudukça daha fazla okuyacaktır. Okumak da diğer alışkanlıklar gibidir. Edinildikten sonra çok kolay bırakılmıyor. Hatta ara verildiğinde açlığa benzer bir duygu bırakır. Çocuğa okuma alışkanlığı kazandırmak istiyorsak, çocuklardan tableti, telefonu uzak tutacağız. Kendimiz de okuyacağız ki çocuk bizi örnek alacak.
Çocukların hayal dünyaları çok zengin. Biz tabletle, telefonla bu hayal dünyalarını öldürüyoruz. Oradan bir şeyler izlediğinde hayal etmeyi bırakıyor, sadece izliyor. Kendi zihnini çalıştırmıyor, düşünmüyor, sormuyor. Ondan sonra da şikayet ettiğimiz çocuklar ortaya çıkıyor. Oysa okuyan, sanat eğitimi alan insanlardan zarar geldiğini ben hiç duymadım. Çocuğa hitap edebilecek kitapları seçip okumaya teşvik edilmeli, yoksa kitaptan soğutabilir araya duvar örmeye sebep olabilirsiniz. Öğretmenler mesela diyor ki falan kitabı alın, okuyun, özet çıkarın. Eyvah diyorum özet kelimesi geçince hapı yuttuk.
Ailelere de fazlasıyla iş düşüyor.
Ailelere çok fazla iş düşüyor. Çocuğa ilk eğitimi veren aile. Çocuk 6 yaşında okula geldiğinde sizin konuşma tarzınız, edanız, tavrınız ve olaylara yaklaşımınız insanlara bakışınız, her şeyi kaydetmiş oluyor. Bize, yani okula geldiği zaman kişiliği belli bir ölçüde oluşmuş oluyor. Aile o yaşa kadar ne verirse veriyor. Sonrasında biz bilgi yüklemesi yapabiliyoruz evet ama çocukların kişilikleri değişmiyor. Örneğin dinlemeyi bilmeyen bir çocuğa, sınıfta dinlemeyi öğretemiyoruz. Bunlar çok basit gibi görünse de toplum yapımızın birer örneği. Yani aile büyük bir örnek.
Bu işin tam bir kontrol altında olmadığının bir göstergesidir. Teknolojinin gelişmesi ile birlikte artık kitap yayınlamak kolay. Kendiniz bilgisayarınızda yazıyorsunuz. Bir matbaaya gidip ücreti verdiğiniz zaman size kitap olarak verebilir. Şimdi böyle olunca da haliyle bir denetim mekanizması olmuyor. Her yazarın bir dünya mesajı verme kaygısı vardır. Eğer bu mesajınız ortak bir mesajsa çekinmeden verirsiniz; mesela dostluk, barış, sevgi gibi. Ama bir dini görüşü, bir ideolojik düşünceyi çaktırmadan yansıtmak istiyorsanız, doğrudan söylemezsiniz de dolanarak onu yaparsınız. O niyetle yapılan kitaplardır.
Yazarların alanında uzman kişiler olması gerekir. Ama son zamanlarda ilgi görmeye başlayan bir alan olduğu için uzman olmayan kişilerde kalem oynatmaya başladılar. Onun için niteliksiz eserler çıkmaya başladı. Pedagojik olarak bu işi bilen belli bir yayınevi editasyonundan geçen kitaplar çocuğa ulaşmalı.
Çok sıcak, çok olumlu bakmıyorum. Ama bu hayatın bir gerçeği. O bir pazarlama tekniği. Orada kitap kimsenin umurunda değil. Kapitalizmin güzel bir becerisi çünkü pazarlıyor. Kitapları da pazarlıyor, çocuk yazarları da pazarlıyor. Çok küçük çocukların ne kadar birikimi olabilir? Tabii kendilerini geliştirebilirler ama gene de erkendir. Bu şekilde sunulması ise tamamen pazarlama tekniğidir. İçeriğinde bir şey barındırmayan, tamamen popüler olduğu için tüketilen bir alan. Çocukların ve gençlerin o kitapları okumamaları daha iyi. 200-300 sayfa okunsa bile boş bir uğraşıdan başka hiçbir şey değil. Edebi hiç bir zevk yok, sadece güzel albenisi olduğu için cezbediyor.
Ben okulumda kendi öğrencilerime tavsiye ettiğim kitapların listesini buradan okuyucularımıza tavsiye edebilirim.
Ahmet Ümit – Masal Masal İçinde
Nazım Hikmet – Sevdalı Bulut Masalı
Antoine de Saint-Exupéry – Küçük Prens
Samed Behrengi – Küçük Kara Balık
Zülfü Livaneli – Arkadaşıma Veda
Yüz Temel Eserden de kitaplar var.
İbrahim Örs – Göl Çocukları
Christy Brown – Sol Ayağım
Cemal Süreya – Aritmetik İyi, Kuşlar Pekiyi
Grigory Petrov – Beyaz Zambaklar Ülkesinde
5.sınıftan 8.sınıfa kadar bütün çocuklar rahatlıkla okuyabilirler.
Gene başta söylediğim gibi büyük okur yetiştirmek istiyorsak bu işin yolu çocuk okur yetiştirmektir. İşin özü de severek okuyacakları kitaplarla çocukları haşır neşir etmekten geçiyor.
Samuray Saksağan
Esin Perisi Geldi
Dörtlüklerle Atasözleri
Sözcüklere Kuşlar Konar
Masala Dönen Dev
Tekerleme Şekerleme
Gökyüzünün Kanatları
Bilmeceler
RÖPORTAJ:CANSU DEDA